Tasavvuf yolu, bir çile yoludur. Kaba demir kızgın ateşe sokulmadan şekillendirilemez. Öyle de, çilesiz nefsi arıtmak mümkün değildir. Saadet sarayına meşakkat yolundan varılır. Tasavvuftaki “çile” ifadesi “kırk gün” anlamında Farsça bir kelime olup, Hz. Musa’nın Tur-i Sina’da Tevrat’ı almak için kırk gün riyazette kalmasından alınmıştır. (Resulullah’ın nübüvvet öncesi Hira’da itikafı da bu tarz bir durumdur.) (Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 139)
Tefekkürde, tezekkürde yoğunlaşmak için böyle bir uzlete ihtiyaç vardır. Aslında her talib-i hakîkatin, her sene hiç olmazsa bir ay münzevî kalması ve bu bir ayı tefekkür, tezekkür, nefis muhasebesi, ilim gibi yüce şeylerle değerlendirmesi, son derece yerinde olacaktır.
Çile dönemi, aynı zamanda bir riyazet dönemidir. Riyazet, şehvetlerle ve nefs-i emmâre ile mücadele planı, az yemek, mideyi doldurmamak ve bu suretle ruhu inceltmek ve rahat çalışabilmek için yapılan beden ve ruh terbiyesidir.( İz, Tasavvuf, s. 10)
Tasavvufta, “kıllet-i taam, kıllet-i menam, kıllet-i kelâm” (az yemen, az uyumak, az konuşmak), riayet edilmesi gereken esaslardandır. Bunlara riayet, ruh sultanının beden ülkesinde hâkimiyetini sağlayacaktır. Yoksa, çok yiyen, çok uyuyan ve lüzumsuz çok konuşan bir kişide, ruh sultanı zindanda kalacaktır.
Maddiyatın kanunları olduğu gibi, maneviyatın da kanunları vardır. Mesela, cılız bir insan halter çalışmakla güçlü bir hale gelir. Onun gibi, riyazete riayet eden bir kişi de, ruhen güçlenir. Hemen her mistik akımda riyazet temel bir esastır. Öyle ki, bu riyazete riayet eden Hint fakirlerinde, şeklen keramete benzeyen harika haller görülebilmektedir.
Çilelere sabredenler, Allah’tan gelen her şeyin güzel olduğunu görürler. Şu dörtlük, onların dünyasını güzel tasvir eder:
Hoştur bana Senden gelen.
Ya gonca gül, ya da diken.
Ya hil’atu, ya da kefen.
Narın da hoş, nurun da hoş.