Resulullah’ın (asm.) nübüvvet sohbeti, nebi olmayan hiç kimsede bulunmayan bir özellik taşır. Resulullahın sohbeti bir iksirdir. Bir dakika o sohbeti dinleyen ve ona mazhar olan bir kimse, o iksirle değişir. (1) Kömürken elmas olur. Nübüvvet Güneşinin nuru ile renklenir. Resulullahın talebeleri olan sahabeler peygamberlerin en büyüğünün manevi boyası ile manen boyanmışlardır.(2)
Resulullah’ın vefatından sonra, Celaleddin Suyûti gibi bazı büyük veliler, uyanık halde Resulullahı görmüşler, onunla konuşmuşlardır. Fakat bu konuşmaları nübüvvet itibarıyla değil, velayet-i Ahmediye cihetiyledir. Resulullah onlara velayeti ciheti ile temessül etmiş, görünmüştür. Çünkü Resulullah’ın ölümü ile vahiy bitmiş Nübüvvet sona ermiştir. Ölümünden sonra onu Nübüvvet sıfatıyla görmek mümkün değildir.
Şu halde Nübüvvetin derecesi velayetin derecesinden ne kadar yüksekse, bir nebiyle sohbetle bir veliyle sohbet arasında da o kadar fark vardır.
Resulullahın Ashabının en hayırlı oluşunu Zeydilerin büyük alimlerinden es-Sanani (H. 1059-1182) maddeler halinde şöyle anlatır:
Birincisi; Resulullahın hadis-i şeriflerde kendi asrının en hayırlı asır (karn) olduğunu ihbar etmesidir. Bu ve benzeri hadis-i şeriflerde kasdedilen kimselerin, Resulullah asrında yaşayıp, Kur’an nurunun kalplerde yerleşmesi için bir insanın uzuvları, bir fabrikanın çarkları şeklinde sistemleşen cemaati, ümmeti olduğu anlaşılır. (3)
İkincisi; cumhuru ulema, fert fert sahabelerin tafdili (üstün olduğu) görüşündedirler. Bazıları da sahabenin hep birden, diğer asırlardaki ümmet fertlerinden daha faziletli olduğu görüşündedirler. Bedire katılanlar ve Hudeybiyede bulunanlar, sahabe olsun olmasın kendilerinden sonrakilerden faziletlidirler. İkinci görüşe göre, sahabenin mecmuu (hepsi birden), kendilerinden sonra gelenlerin hepsinden efdaldir. (4)
Buradan anlaşılan şu ki, İslam alimleri sahabenin faziletinde müttefiktirler. (5)
İnsanların yetişmesinde çevrenin pek büyük etkisi vardır. Rasulullah’ın dava arkadaşları olan sahabeler ekseriyetle en yüksek kemaldedirler. Çünkü o zaman büyük bir inkilap olmuş, İslam inkılabı ile hayır ve hakkın bütün güzelliği ortaya çıktığı(6) gibi, kötülüklerin ve batılın da bütün çirkinliği açıkça kendini göstermiştir. Bu da hayır ve hak tarafı ile, şer ve batıl tarafının iyice, belirgin şekilde birbirinden ayrılması ile mümkün olmuştur. Bir yanda Hak Peygamber, bir yanda ümmetin Firavunu Ebû Cehil ve Peygamberlik iddiasında bulunanlar; bir yanda olabildiğince şefkat ve merhamet, bir yanda kendi kızını hiç acımadan, gözünü kırpmadan gömebilme kasaveti(7) ve vahşiliği; bir yanda kemalatın en yüksek zirvesinde olan Peygamber (asm.) ve Onun sahabeleri, diğer yanda her türlü rezalet içindeki küfür liderleri ve esfel-i safilindeki müşrikler.
İşte böyle bir durumda misilsiz bir ahlak yüceliğine sahip sahabeler, elbette sıdkın, hayrın, hakkın dellalı ve davasının en güzel nümunesi olan Resulullah’a koşmuşlar. Onun boyası ile boyanmışlardır.
Resulullah (asm.) Ebû Musa’dan (ra.) rivaye edilen bir hadislerinde; fiziki çevrenin bazı özelliklerini temsil getirerek Nübüvvet muhitini şöyle anlatır:
“Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim, toprağa yağan bol yağmur gibidir. Yağmur düşen yerlerden bir kısmı iyidir. Suyu kabul eder içine alır ve çayırlar ve bol otlar bitirir. Yağış alan topraklardan bir kısmı da çoraktır. Suyu tutar geçirmez. Böylece Allah o sularla insanlara fayda verir, o sulardan içerler, hayvanlarını sularlar, otlatırlar. Yağmur alan topraktan bir diğer kısmı vardır ki, orası ancak düz ve engin, suyu tutmayan ot bitirmeyen bir çöldür. İşte bu anlattığım temsil Allah’ın dini hususunda ince anlayışı olan, Allah’ın benimle gönderdikleri kendisine fayda veren, onları öğrenen ve öğreten kimselerle, ilim ve hidayete başını kaldırıp bakmayan, Allah’ın hidayet yolunu kabul etmeyen kimselerin temsilidir.” (