Bazı tarîkat kahramanlarına nispet edilen bu söz, zaman zaman yanlış kullanılmaktadır. Şöyle ki: Bu söz, bir mürşide bağlanmayı ifade eder. İnsan o sınırlı aklıyla gerçekler aleminin bütünüyle kavrayamaz. Kendisinin bir yaratıcısı olduğunu bilse bile, o yaratıcının kendisinden neler istediğini, emir ve yasaklarının neler olduğunu, önündüki ölüm yolculuğunun ötesinde ne gibi alemler bulunduğunu, hangi hallerin, fiillerin ve sözlerin onu cennete, hangilerin cehenneme götüreceğini bilemez. Bu noktada Kur’anın ve o İlâhî fermanı insanlara tebliğ eden Resulullah’ın irşadına muhtaçtır.
“Âlimler peygamberlerin varisleridir” (Aclûnî, II, 64) hadisinin hükmünce, âlimler mürşittirler. Onlara uymayıp derslerini dinlemeyen bir kişi, hocadan uzak duran bir öğrenciye benzer. Bu öğrencinin cahil kalması ve kötü yollara düşmesi kaçınılmazdır.
Nefsin terbiye edilmesi ve kalbin tasfiyesi yani bütün kötülüklerden arındırılması için de büyük mürşitlerin keşfe dayalı olarak ortaya koydukları bir takım esaslar vardır. Bir kişi o büyük zatları dikkate almadan bu yola kendi başına girdiği taktirde bir takım yanlışlıklar yapabilir ve kendisine bilmeyerek zarar verir. Tıpta bir kişi nasıl diyeti kendi aklınca yapmıyor onu bir doktorun gözetimi altında ve belli kurallara uyarak icra ediyorsa, bir kişi tarikat yoluna kendi başına girmemeli ve o yolun bir safhası olan riyazeti de kendi kendine uygulamaya kalkışmamalıdır.
Bu gerçeğe ters hareket eden bazı kimselerin riyazet yoluyla kalben terakki edeyim derken, bir takım ruhî hastalıklara maruz kaldığı çok görülmüştür. Yukarıdaki sözü, gerek cehaletten, gerekse tarikat yolundaki bu gibi tehlikeli sonuçlardan kurtulmak için “insanın kendi aklına güvenerek yalnız başına hareket etmekten kaçınması, alimlerin ve mürşitlerin tavsiyelerine uyması” gerektiği şeklinde anlamak lazımdır. Yoksa, bu ifadeyi “İlla bir tarikat şeyhine bağlanmak lazım. Yoksa, şeyhin şeytandır” şeklinde kullanmak, çok yanlış olur.